Erdoğan-Trump Zirvesi: Yeni Bir Dönemin Kapısı mı?

ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Eylül’de Beyaz Saray’da gerçekleştirdiği görüşme, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sayfa açabileceği beklentisini uyandırdı.

Erdoğan-Trump Zirvesi: Yeni Bir Dönemin Kapısı mı?

ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Eylül’de Beyaz Saray’da gerçekleştirdiği görüşme, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sayfa açabileceği beklentisini uyandırdı. Resmî kaynakların ve analizlerin gösterdiği ilk işaretler, atmosferin sıcak ve samimi bir ton yakaladığını söylüyor. Truman tarzı protokoller, basın açıklamalarında dostluk vurguları ve dikkat çekici jestler, bu görüşmenin klasik diplomatik tabloyu bir adım öteye taşıdığını gösterdi.

Amerikalı akademisyen Dr. Adam McConnel’in kaleme aldığı analizde öne çıkan görüşlerden biri, Türkiye’nin dış politikasının “özgür toplumların gelişebileceği bir ortamı korumak” vizyonuna hizmet etmesi gerektiği yönünde. Ona göre, yeni dönemde politikaların meşruiyeti, sonuçlarıyla ölçülmeli; yani söylem değil eylem belirleyici olmalı. Bu bağlamda Washington’un CAATSA yaptırımlarını esnetme ihtimali ya da F-35 programına yeniden katılım yönündeki ifadeler, McConnel açısından önemli bir eşik olarak görülüyor.

Ancak bu iyimser tabloya rağmen, eleştirel sesler ise görüşmeyi “görüntü diplomasisi” olarak yorumluyor. Eleştirmenlere göre, Trump’ın “yaptırımları kaldırırım” vaadi, ABD Kongresi’nin onayı olmadan pratiğe dökülmesi mümkün olmayan bir söylem. Bu nedenle yapılan açıklamaların “anlık jeopolitik ihtiyaçlara” yönelik manipülasyon olabileceği ileri sürülüyor. Bazı analizler, bu görüşmenin özellikle F-35 meselesi üzerinden seçim öncesi dikkat çekme stratejisi içerdiğini iddia ediyor.

Muhalif analizlerde öne çıkan bir diğer nokta, Türkiye’nin özellikle insan hakları, ifade özgürlüğü ve demokratik standartlar anlamında ABD’nin eleştiri odağı olması beklenen meselelerine değinilmemesi yönünde oldu. Bazı yorumcular, bu büyük resim eksikliğinin görüşmenin kredibilitesini azaltabileceğini ve sadece ekonomik-askeri anlaşmalara indirgenmenin “stratejik risk” taşıdığını savunuyor.

Buna karşılık, uzmanlar benzer zamanda Türkiye cephesinde de beklentilerin yükseldiğini gözlemliyor: CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, F-16 ve F-35 konularında somut adımlar, enerji işbirlikleri ve ticaret hacminin genişlemesi. Trump’ın karşılamada sergilediği tavır ve protokoller, bu beklentileri kamuoyuna güçlü bir mesaj olarak iletti. Türkiye’den yapılan olumlu değerlendirmeler, vizyonun karşılıklı sinerji ile şekillendirilebileceği ihtimalini açıyor.

Görünen o ki, 25 Eylül zirvesi yalnızca bir fotoğraf çekimi değil; hem söylemsel hem pratik düzeyde risk ve fırsatları barındıran bir diplomatik atılım. Ancak ilişkilerin varacağı yön, detaylara ve akan sürece bağlı olacak. “İyi niyet sinyali verirsen, işler ilerler” yaklaşımı, hem Türkiye hem ABD açısından geçerli; ama bu sinyalin kabule dönüşmesi, iki tarafın kapasitesi ve iradesiyle sınanacak.

YORUM EKLE